Bu blog Mia Wallace'ın içini dökmesi, yazıp kurtulması, anlatıp rahatlaması ve anılarını paylaşması içindir.

Görünmez Canavarlar & Shannon'un Hikayesi

Sıkı bir Chuck Palahniuk hayranımı olduğumu biliyorsunuzdur artık. Ve post it'lerle kitaplarımı renklerine göre anlamlı olarak işaretlediğimi.
Arada bir okuduğum kitapları elime bir kez daha alır, post it yardımıyla işaretlediğim bölümleri tekrar okurum.

Az önce Chuck Palahniuk'un bana göre en güzel ikinci romanı olan "
Görünmez Canavarlar"ı elime aldım. Birazcık bakiyim dedim ama kendimi kaptırmışım. O kadar güzel ve etkileyici ki!
Çok derinden vuran, düşündüren bir kitap. Chuck'ın en güzel eleştirisi..
Sizinle biraz paylaşmak istiyorum.
***
Genç ve güzel manken Shannon her şeye sahiptir. Güzel bir kariyer, yakışıklı bir sevgili, para, Güzellik.. Ancak geçirdiği bir kaza sonucu yüzünün yarısı yok olur. Dudaklarından itibaren çenesi dahil yüzü parçalanır. Görünmez bir canavara dönüşür.

Ve artık güzel Shannon peçe takar. Peçesinden nefret eder. Hep bunun ezikliğini hisseder. Artık güzel değildir.
Dudakları yoktur. Gülemez..

Bazen gülmek ister ama sonra der ki;
"Gülebilseydim, ben de gülerdim"
***

Shannon'un ağzından: (sayfa 19)


"Emlakçı kadın sadece peçemi görecek; kahve ve kırmızı renkli muslin ve fistolu kadifeden, gümüş simle işlenmiş tüllü peçe o kadar çok kattan oluşuyor ki, bakanlar içinde kimsenin olmadığını sanabilir. Bende bakacak bir şey olmadığından çoğu insan bakmıyor zaten.

Çünkü görüntüm şunu söylüyor:
Paylaşmadığın için teşekkürler."

(sayfa 77)


"İyi bir peçe evde oturmak kadar iyidir. Dünyadan soyutlanmış, mahrem.
Dib dibe yaşayan insanların bir bakışta sizinle ilgili her şeyi bildiği dünyamızda, iyi bir peçe sizin için film çekilmiş limuzin camı görevi görebilir.
İyi bir peçenin arkasına saklandığınızda herhangi biri olabilirsiniz. Bir film yıldızı. Bir aziz.

İyi bir peçe şöyle der:
Henüz Adamakıllı Tanıştırılmadık.

Artık hiç kimsenin sır saklayamadığı dünyamızda iyi bir peçe şöyle der:
PAYLAŞMADIĞIN için teşekkürler."

Ve son olarak kalbi kırılmış Shannon der ki:
"Güzel olamıyorsam, ben de görünmez olurum."

(Dinle)

Raj Kapoor


Raj Kapoor'un benim hayatımda büyük yeri var ve neden bugüne kadar onunla ilgili bir şeyler yazmadım bilmiyorum.

Babam
Awaara filminin video kasetini almış eskiden. Çok seviyormuş. Biz de ablamla küçükken onunla büyümüşüz. Sadece onu açınca susuyormuşuz. Annem yemek mi yediricek hemen avereyi koyuyor biz susuyoruz. Düşünün.

Yıllar geçti. Ablam Hindistan'a gitti. Ne kadar Raj Kapoor filmi varsa aldı geldi.

O gün bugün hayranıyız. Benim hayran olduğum yönetmen, senarist, oyuncu. Raj Kapoor..

Bütün filmleri muhteşem. Basit, müzikli bir hint filmi değil. Hepsinde bir mesaj var. Hepsi şu an günümüz filmleri gibi. Ve bütün filmlerinin ayrı ayrı soundtrack albümleri var.
Taa o zaman soundtrack albüm yapmış filmlerine ya.

Bir filmi vardı. Psikolojik film. Film tamamen bir apartmanın içinde geçiyor. Ve adamın o apartmandan çıkışıyla final buluyor. Tabi o film o zaman hiç gişe yapmıyor. Kimse anlamıyor. Raj Kapoor "
günümüzün ilerisinde bir filmdi. İlerde çok sevicekler bu filmi" diyor ve o film yıllar sonra ödül alıyor.



Bir de çok eski olmasına rağmen bizim yeşilçam filmleri gibi saçmalıklar yok.
Örnek; müzikte keman sesi varsa adam keman çalıyormuş gibi yapıyor. Piyanoysa piyano..
Ama yeşilçam filmleri yine de benim için ayrıdır.. Bak şimdi bir
Mavi Boncuk iyi giderdi!

(Mavi Boncuk'u her izlediğimde de Avare'yi izlemek gelir içimden. Çünkü bir sahnede sinema biletçisi olan Münir Özkul "heyy gidi gözünü sevdiğimin avaresi.." der. Oğlu Ferit'i Avare filminden kazandığı bilet paralarıyla okutmuştur.)


Raj Kapoor'un bütün filmlerinin şarkıları da o kadar güzeldir ki. Ve hep aynı sanatçılarla çalışmış. Hep aynı adam aynı kadın söylüyor şarkıları.
Bir gün kadın ölüyor ve Raj Kapoor uzun süre onun yerine birisini bulamıyor.

Ayrıca filmlerinde hep Avare filmi yıldızımız
Nargis oynuyor. Taa ki büyük aşkları bitene kadar..

Bu arada D&R'da Avare filmini türkçe alt yazılı olarak sonunda satıyorlar. Ama tamamen bizim eski dublajın aynısını yazmışlar. Yani yazılar pek doğru olmasada yine de idare eder.

Neyse sizinle bir de bir kaç soundtrack şarkılarını paylaşmak istiyorum.

Chori Chori Soundtrack

Aaja Sanam

Awaara Soundtrack Teree Binaa (01.35 sn'den sonra aç)

Awaara Soundtrack - Ghar Aya Mera

Ayrıca yeşil gözlü, beyaz tenli, yakışıklı bir hintli olur mu?

Mia'dan Masal

Akrabalar halama gittiler. 2 - 3 gün orda kalıcaklar. Birazcık nefes aldık.

Gerçi o masal anlattığım ufaklık kuzene çok alışmışım. Gidince farkettim. Beni çok yorduğunu düşünüyordum ama gittiğinden beri ona çektiğim videoları izliyorum.
Dört yaşında sevimli bir erkek çocuğu olur kendisi. Almanya'da yaşadığı için türkçesi oldukça komik.

Evde yer olmadığı için her gece birlikte yatıyorduk. Masal anlattığım için o da sadece benimle yatmak istiyordu.

Şimdi size ona anlattığım masalı anlatıcam. Ama masal henüz sonuçlanmadı. Çünkü her gece kaldığımız yerden devam ediyorduk. Sonuçlanmayan saçma masalla karşı karşıyasınız. Benden söylemesi..
(Arada beni yönlendiriyordu. Masalı değiştiriyordum onun isteğine göre. Öyle yazıcam)

***
Bir gün ufaklık (kuzen) ormanda geziyormuş ve kaybolmuş. Karşısına bir kurt çıkmış.

Kuzen: Hayır kurt değil, fil çıksın.
Ben: E peki öyle olsun, fil çıksın.


Veee karşısına bir fil çıkmış. Ama bu fil zararsızmış. Sadece ona kocaman ve uzuuun burnuyla yol göstericekmiş. Ama o arada Can (kuzenin abisi) gelmiş.
Kardeşini korumak istiyormuş.

Kuzen: Can abinin ışın kılıcı var di mi?
Ben: Evet hem de ışığı bile var.
Kuzen: Mavi renkli di mi?


Vee Can hemen ışın kılıcını çıkartmış. Işıklarını yakmış. Zavallı fil çok korkmuş.

Kuzen: Fil kaçarken yere düşmüş.

Hmm.. Fil yere düşmüş ama Can abi onu ışın kılıcıyla kurtarmış. Böylece fil artık korkmuyormuş. Ufaklığın dostu olmuş.

Artık ormanda üçü birlikte geziyormuş. Ama o da ne? Birden bir ses duymuşlar.


Kuzen: Zombiler gelmiiiş (zombi takliti yaparak)

Eveeet zombiler gelmiş. Can abi hemen ışın kılıcını çıkartmış. Ama Can abinin ışın kılıcı bozulmuş. Ufaklık kılıcı hemen tamir etmiş.

Kuzen: Ama benim de sihirli bıçağım var.
Ben: Hem de düğmesi bile var, di miii?
Kuzen: Evet Evet! (Heyecanla)


(Baktım masal şiddete doğru gidiyor ve ben gittikçe kuzenleşiyorum, hemen araya Barbie'yi soktum)

Bu arada ormana Barbie gelmişşş. Onun da ışın kılıcı pembeymiş.
Ufaklığa zombilerin iyi olduğunu, sadece yollarını kaybettiklerini anlatmış.
Sonra Zombileri kurtarmak için yolcu gemisi gelmiş.

Kuzen: Ama Can abi denize düşmüş di mi? Ben onu kurtarıcam..

***

Bir ara bizim odada ki süpermen afişine bakıp onu da masala katıcaktı ki o sırada uyumuştu.
Masalımız böyle gidiyordu. Tabi bu arada kaç kere o kılıçlar bozuldu ve kaç kere tamir etti bilemezsiniz.
Ben de en son kurtuluşu;
"Ama öyle bir tamir etmişsin ki, bir daha asla bozulmicakmış. O şekilde tamir etmişsin." demekte buldum. Ve bir daha o kılıçlar hiç bozulmadı..

Bir de şöyle bir Pamuk Prenses versiyonumuz var. Ben anlatıyordum ki, ufaklık kısaca aşağıda ki şu cümlelerle masalı anlattı. Aynen onun cümleleriyle yazıyorum. Buyrun.

" Pamuk Prenses ve Sepet Kafa

Annesi hasta olmuş öldü. Yardım etmedi. Kötü kadın da prensesi aldı.
7 cüceler kurtarıyor pamuk prensesi. Kötü kadın da sinirleniyor. Onu anlat, öyle.
Annesi de öldü, öyle.
Babası da orda bekliyor. Ona bir kötü anne alıyor di mi?
Kauftan (market) kötü bir anne. Kötü kadın aldı ona."

Bu kadar.. :)

Mia ve ablası.

Şimdi size ablamla beni anlatıcam biraz. Daha önce Ablamdan bahsetmiştim. İşte bu garip ve tatlı kızla aramızda farklı bir bağ var.

Aramızda farklı bir dil geliştirdik ve yıllarca ablamla kalabalık ortamlarda bile dedikodu yapmayı başardık. Kimse ne dediğimizi anlamıyor ve yıllar geçti annemle babam bile hala çözemedi bu dili.

Bu dil okey oynarken muhteşem bir rahatlık sağlıyor. Bütün elimizi birbirimize rahatlıkla anlatabiliyoruz. Sinir oluyorlar bize ya da "
bunlar çift olmasın yaa" diye çemkiriyorlar sık sık.
(bir ara kendimize özel bir alfabe bile geliştirmiştik ama zor oldu biz yine konuşma dilimizle devam ettik ehe)

Şimdi biz sürekli "
biz aynıyız yaaa", "hep aynı şeyleri düşünüyoruz, hep aynı şeyleri hissediyoruz" gibi şeyler söyleyip, kendi kendimizi havalara sokuyorduk. Hatta bir ara o kadar psikopat olmuştuk ki küçükken aynanın karşısına geçip, "senin de gözün var benim de, senin de saçların uzun düz, benimki de öyle, aa biz ikikizzz" bile demişliğimiz vardır.. Düşünün artık :)

Bir gün bir dergide
"partnerini tanı" şeklinde bir test vardı. Aynı soruya hem kendine göre, hem de partnerine göre cevap veriyordun. Acaba birbirinizi ne kadar tanıyorsunuz? tarzında bir şeydi. Biz sorsan aynıyız ya hevesle başladık testi çözmeye.

Test bitti, karşılaştırıyoruz cevapları, inanın bütün cevaplar aynı. Yani gerçekten birbirimizi tanıyormuşuz dediğimiz kadar. Ama o da ne?
Son soru şöyle bir şeydi:
"Bir çiçek çizin"
Ben de normal öylesine bir çiçek çizmişim bir de çiçeğin sapı ve kenarına bir yaprak kondurmuşum. Ablam da aynı öyle bir çiçek çizmiş.

Bana her şey olumlu görünüyor ama ablamın birden yüzü attı ve çiçeğe bakarak

"
ama sen yaprağa damar çizmemişsin!" diye bağırdı.... Ama nasıl sinirli.

Ben de baktım gerçekten o damarla uğraşmış ama benim yaprak dümdüz ne damar var ne bir şey. Mahçup mahçup bakıyorum "
ama şey hızlı hızlı çizdim yoksa ben hep damar çizerim ki yaprağa.." diye geveliyorum. (inanın normalde yaprağa damar çizmekle uğraşırdım)

Sonra yıllar geçti, diyelim bir konu oluyor, biz aynı şeyi düşünüyoruz ya da aynı anda aynı şeyi söylüyoruz ve ben "
yaa biz gerçekten aynıyız yaa! bizim gibi kardeş yok ;)" diyorum ve aldığım cevap tahmin edersiniz ki hep aynı.....

"Ama sen yaprağa damar çizmedin"
Tek fark artık gülerek söylüyor.

Petit Beurre arası Nutella

Dün yine ablamla serin diye balkonda oturuyoruz. Ablam birden acıktı gece saat 1. İşte ne yesek ne yesek.. Pide almış eline "boş boş da gitmiyor ki" diyor bana bakıyor. Pidesini elinden aldım hatta yanına bir pide daha ekledim, içine nutella sürdüm getirdim. Ablam resmen bana sevgi doldu. Nasıl mutlu anlatamam (hepsini bitiremedi ama olsun)

Tam da bu sırada (pidenin içine nutellayı sürerken) aklıma çocukluğumdan içimde yara olan bir şey hatırladım.

Küçüğüm henüz 6 yaşındayım sanırım.. Misafirliğe gitmişiz. Ablamdan bir yaş küçük, benden bir yaş büyük bir kız var, Elif. İlk arkadaşımız. Onların evine gittik işte teyzesi Ayşegül abla yere bir örtü serdi, 2 paket petit beurre getirdi, yanında sarelle.
"hadi çocuklar gelin" dedi. Buraya kadar her şey normal. Garip olan benim çekingenliğim ve duygusallığımla başlıyor.

Bir bisküvi alıyor üzerine sarelle sürüyor sonra bir bisküvi daha alıp üzerine koyuyordu. Böyle süper bir şey, iki bisküvi arasında çikolata.. ımm muhteşem yani ve bende bayılırım.
Ama niyeyse o an bana bir çekingenlik geldi. "Ben istemem" dedim. (halbuki deli gibi istiyorum)

Ayşegül abla da "niye sevmiyor musun?" dedi. Bende bir kere istemem demişim, sonra seviyorum da diyemiyorum. O ne düşündüm bilmiyorum ama "ı ıı sevmem" dedim. İstiyorum ki biraz üstelesin "olsun ya bir tane ye" desin. Ama hiç üstelemedi "iyi peki" dedi. Elife ablama kardeşime tonlarca yaptı o minik sarelleli bisküvilerden.

Bende salak gibi izleyip durdum. Canım çok çekiyor yiyemiyorum. Kimse de "al sende ye" demiyor. Ha ne de olsa Mia sevmiyor modundalar. Neyse sonra eve gelip ağlamıştım.
Durup dururken kendime dram yaratmışım resmen. Bir olay olduğuda yok hani, otur orda al ye di mi. Çekingenlik işte..

Neyse dün pidenin içine nutellayı sürerken aklıma geldi, bir de kendimce sinirlenip,
"bir kere bu nutellayla daha güzel olur, o neydi öyle çikollamı çakellemi ne öyle bir şeydi kesin, ben daha güzelini yaparım, hem taze pidenin içinde de çok güzel olduu, hıhhhh" gibi söylendim.
Ve de sizinle paylaşmak istedim :)

turkce karakteri olmayan baslik..

su an discideyim ve ilk defa telefondan blog yazimi yazmaya calisiyorum. Buraya kadar geldigime gore basaricakmis gibi hissediyorum. ust damagimi bir guzel uyusturdular. Yine aksam dis etlerim kanicak ve hic bir sey yiyip icemicem.. Bir tanecik dolgum kaldi yapilicak ama bu arada sevgili doktorum Asli hanim dis etlerine de bir tedavi yapmamiz lazim dedi ve butun damagi uyusturdu. Bu sirada tam olarak uyusmasini beklerken dergi verdi okuyup oyalanmam icin ama beni oyalamiyorlar. Su an cok daha egleniyorum ve birazdan dis etlerimin kanicani bile unuttum. dergi isimleri istanbul life.. Okumasam daha iyi ayrica teknolojinin tum nimetlerimden yararlandigim icin kendimi kutluyorum. iste geldiiii doktorum asli hanim. Teknoloji iyidir.

Ekmek Arası - Charles Bukowski

Çok sevdiğim bir kitap ve bazı sevdiğim bölümlerini paylaşmak istiyorum.
Chinaski nerdeyse her akşam -banyoda- babasından dayak yer. Yine babasından yediği bir dayak sonrası: "Banyodan çıktığını duydum. Banyonun kapısını kapattı. Duvarlar harikuladeydi, küvet harikuladeydi, lavabo ve duş perdeleri, hatta tuvalet bile harikuladeydi. Babam gitmişti."

"dünya dışardaydı ve her şeye kayıtsızdı ama önemi yoktu. milyonlarca insan vardı dışarda, köpekler, kediler, sincaplar, binalar, sokaklar, ama önemsizdi. sadece bir baba, ustura kayışı, banyo ve ben vardım."

"biri bana çirkin olduğumu söyledikten sonra gölgeyi güneşe, karanlığı ışığa yeğler olmuştum."

''benim cenazem söz konusu ise zamanında orda olmam gerekir. düğün benim düğünümse zaten cenazem demektir.''

Babasına haftalık 50 cent harçlığın yetmediğini, 1 dolar yapması gerektiğini söyler. Babası Chinaskiyle sinir bozucu bir şekilde dalga geçip gülerek 50 cent vermeye devam ediceni söyler ve bunun üzerine Chinaski der ki: "Nefret ediyorsan yalvarmazsın."

Bu kitabı alın okuyun, okutun.
http://fizy.com/s/1d7ayf

Organize İşler bunlar..


Bu filme oldum olası bir uyuzum vardır. Hani hiç sevemedim. Tam olarak izlemedim de. Böyle sevmem kısaca. Sonra bugün televizyonda veriyordu. Öylesine bakıyorum derken baktım filmden kopamıyorum. Reklam arası veriyor. Kanalı değiştirmiyorum sırf kaçırmiyim diye. Filmi resmen beğendim (bir kaç gereksiz sahne dışında) Dialoglar muhteşem. Hele Demet Akbağ veAltan Erkekli'nin karakterleri ve dialogları çok güzeldi.

Bir de "filme fazla gülmedik" olayı var. E güzelse sırf gülmedin diye yorum bu mu olmalı? Ama tabii filmi beğendiysen, sırf gülemedin diye filmi kötülüyosan diye konuşuyorum.

Sonra düşündüm ki Guy Ritchie yapsaydı bu filmi severdik ya neden şimdi sevemiyorum. Bu filmde aynen Snatch gibi Lock Stock and Two Smoking Barrels gibi dialog üzerine kurulmuş bir film. (tabi kat kat kat kat zayıf ama çok ciddiyim guy ritchie yapsa severdim, severdik)

Bizim süpermen Samet(tolga çevik) intihar edeceği sırada diğer kötü adamlardan kaçan Asım (yılmaz erdoğan) sametin kapısına vurur aç kapıyı diye tıklar durur. yufka yürekli süpermen dayanamaz kapıyı açar. Asım'ın hayatını kurtarır.. Filmin ilerleyen sahnesinde şöyle de bir şey söyler:

-Asim abi, teşekkür ederim, her şey için. Aslında ben senin hayatını kurtarmış sayılmam. Ben sana kapıyı açmasaydım bir başkası mutlaka açardı. Ama sen benim kapımı gelip çalmasaydın başka kimse çalmazdı. Anlıyor musun?

Soundtracki için:
http://fizy.com/s/1ai6mi

Çocukken sahip olduğum kırmızı abla yalanları.

Dün sıcaktan ölüyoruz. Dedik balkonda oturalım gece 3. Yere bir şeyler serip yastık koyup oturucaz ama ne sericemizi bulamıyoruz. Her türlü örtü o an önemli oldu bizim için,
"efendim bunu da masaya sererdik ne gerek balkonun tozlu yollarına sermeye" falan derken ablamın eski iş kıyafetleri aklımıza geldi. Artık nasıl nefret ettiyse üstünde bir iki zıpladı. Sonra o gömlek ceket ne varsa balkona serdik bir güzel oturduk. Haliyle ruh hali normal değil.

Eskilerden konu açıldı. Çocukluğumuzdan. Ablamın muhteşem hayal gücü ve benim son derece saf olup her anlattığı yalana inandığım günlerden açıldı. Ve o günleri anlatmak istiyorum.Okuyun muhteşem bir hikaye kaçırmayın bence :)

Ablam daha ilkokula gittiği yıllarda herkese "ben uzaylıyım derdi" ama sınıfta herkes buna inanmıştı. Artık nasıl anlatıyorsa. Sınıftaki tüm saflar tenefüs olmasını bekler ablamın yeni salladığı hikayeyi büyük bi heyecanla dinlerlerdi. Ablam da eğer olay ortaya çıkarsa diye destekli bir şeyler sallıyor
"ama kimseye anlatmayın ailem bilmiyor, ben annemin karnına uzaydan ışınlanmışım annem öyle hamile kalmış ve çocuğunun uzaylı olduğunu bilmiyor" gibi.. Off nasıl bir hayal gücü ya daha ilkokulda :D

Neyse efendim bir gün babam veli toplatısına gitti. Çocuklardan biri babamın yanına gelip demiş ki,
"senin kızın uzaylı mııı?"

Babam da eve geldi ablama sordu ne bu falan ablam da yıllarca salladığı muhteşem hikayeleri bir çırpıda atamayıp inkar etmek istememiş olucak ki,
"evet baba uzaylıyım" dedi.......

Bende saf olarak yıllarca her gece yatmaya odamıza gittiğimizde anlattığı yalanları sır olarak tutup anlatmamışken birden ablamı savunmak için,

"baba gerçekten öyle hatta Süpermenle bile konuşuyor pamuk prensesle konuşuyor pasta istediğim zaman yapıyor büyüyle" diye başladım anlatmaya....... ahh :)

Babam resmen hayret etti. Annem de dedi ki,
"yani şu an ne istersek yapabilir misin?"

Ablam da kendinden emin şekilde,"evet yapabilirim." Ben de büyük inançla, "yapabilir anne o her şeyi yapar insan değil uzaylı o, güçleri var!" diye çığırıyorum..... (salak ben)

Annem de "o zaman bu masaya tavuk olmasını istiyorum şimdi" (yalnız isteğe bakın, canı çok çekmiş olmalı)

Ablam da,
"görünmez tavuk olur ama yerken tadını alırsın" dedi ki yıllarca bana da yaptığı tüm o pastalar falan hepsi görünmezdi ama bir güzel yerdim gözlerimi kapatıp "aaa valla tadı geliyor" derdim. Psikolojik işte..

Neyse ablam gözlerini kapattı bir iki bir şeyler der gibi oldu gözlerini açtı "işte tavuk burda" dedi.
Annemde "hani ben göremiyorum" falan bu konu uzadı ve o günün sonunda ben ablamın bir yalancı olduğunu, ne uzaylısı benim gibi normal bir insan olduğunu öğrendim ama ona hiç kızmadım hatta hep,
"yaa abla nasıl salladın o kadar şeyi" gibi düşündükçe aklımı yedim.

Sonra ablam gözümde daha da önemli biri oldu. Uzaylı değil ama yıllarca bunu herkese inandırdı gibi.. Övündüm hatta.
Neyse dün böyle konuşurken unuttuğum şeyleri de hatırlattı bana sevgili ablam (hala normal bir insan değil gerçekten bazen uzaydan geldiğini düşünmüyor değilim)

Mesela ben Deli Zeki diye bir karakterle konuşurmuşum, ablam ayak parmağında yükselirse bir kere Deli Zeki gelir ablamın içine girer benimle konuşurmuş. Ben de en çok onunla konuşmayı severmişim. Sonra ablam süpermenle sevgiliydi o gelirdi (tabi görünmez olarak!) ablam da arkanı dön öpüşücez derdi. Ben de "aa tabi tabi siz öpüşün" derdim odadan çıkardım.

Böyle işte ne çok kandırılmışım çocukken ama güzeldi böyle zeki bir ablaya sahip olmak.
Sonra büyüdük bunları yalan olarak kabullendik konuşup güldük derken yeni şeyler çıktı.

Lisedeyiz. Şimdi de ablamın özel güçleri.. Yine inandım ama hala bana yalan olduğunu söylemedi. Hala kandırıyor mu yoksa var mı bilmiyorum ama sanırım hafiften kandırılıyorum. Koca kız oldu hala değişik. Arada bi yerlere bakar birileriyle konuşur ben bakınca "korkma bir şey yok" der. Ama sonuç olarak onun yanında kendimi çok güvende hissediyorum ve yine uzaylıyım dese inanırım o derece (o yalanları dinlemek o kadar zevkli ki inanmak istediğim için inanırım)

Galiba bir de sadece beni kandırmak bu kadar eğlenceli olucak ki ablam sadece bu yalanları bana sallıyor - uzaylı hikayesinden sonra salladığı yalanlar için- Belki de gerçektir? Şu an bana gülüyorsunuz biliyorum ama benim için bu hikaye hem komik hem duygusal :)
Neyse paylaşmak istedim.

Yaşar Usta..

Bugün o çok sevdiğim "Bizim Aile" filmini izledim. Allahım bu kadar mı gerçekçi olur evdeki fakir ortamı ya da evdeki her şey. Sanırsın orda kamera yok bunlar ciddi ciddi yeni bir eve taşınıyorlar, birbirlerine sinir oluyorlar, sonra seviniyorlar, gülüyorlar falan. Hani sanki bunları gerçekten yaşıyormuş gibiler. Süperdi!

Çok mutluydum ya filmi izlerken yazarken hatta yine izlemek istedim o derece, aa şu anda da salı günü kanal 7de "yalancı yarim" vericekmiş reklamı dönüyor! Nee!!!
Yalancı yarim! Off en sevdiğim 2. türk filmi!
Emel Sayın-Tarık Akan..

Ama elbette Münir Özkul benim her şeyim ve odamda bile resmini taşıyorum adamın.. O ölücek diye ödüm kopuyor. Kitabı çıkmıştı vakti zamanında, onu aldım 1 günde okudum. Böyle Münir Özkul hakkında belgesel niteliğinde bir kitap. Şaşırıcaksınız ama bilinen 11 evliliği olmuş.. Çapkın:)

Sonra o meşhur Yaşar Usta sahnesi.. Muhteşem rol yapıyordu izlerken ohaa falan diyip durdum. Sesindeki tonlama -yakar gönlümü- Ayrıca ne de güzel ses tonu var Münir Özkul'un. Keşke biraz daha yakışıklı olsaymış da, aile babası rollerinden önce Jön oynasaymış birazcık..

Neyse ama biz onu böyle de çok sevdik hatta çok sevdik. Şu sıralar biraz hasta, arada bir arkadaşlarım "öldü mü?" diye soruyor. Neden bana böyle soru soruyorlar o da hayranlığımdan. Alırsan kitabını, asarsan odana fotoğrafını, sorarlar sana böyle. İşte bana o soru sorulunca deli oluyorum. "Susun" diyorum, ya o ölürse ben de ölürüm ki cidden düşünmek bile istemiyorum!

Ben sürekli haftada bir kaç kere Münir özkul filmleri izleyip oyunculuğuna aşık olanlardanım. Bir de yeşilçam klasikleri diye bir seri yapmışlar D&Rda, içlerinde bu aile şerefi, bizim aile, yalancı yarim, mavi boncuk... bunlar yok! Deli oluyorum. Böyle internetten indiriyorum görüntü kalitesi kötü, bazı sahneler kesilmiş falan.

Gönül ister ki orjinal dvd olarak izlesem şöyle takılmadan bulanık olmadan.
Sitemimi de ettim efendim. Ciddiye alınıcakmışım gibi kime yazıyorsam bunları,

"onların da dvd'lerini çıkartın yeaa sonuçta yeşilçam değil miydi o yıllar?" gibisinden.

Bizim Aile filmini izlerken hep başka yerlere takılıyorum, bu akşam şuna takıldım:

Evin pek sorumsuz pek uyuz çocukları zamanla birbirlerine kenetlenince çalışır, iş tutar,
para kazanır, eve erzak falan alırlar ve Yaşar ustamız şaşırır, Adile hanıma hayret ve mutlulukla sorar;

"Yahu ne oldu bizim çocuklara?".. O da der ki büyük bir içtenlik ve anne şefkatiyle,
"Büyüler Yaşar Bey, büyüdüler.."