Bu blog Mia Wallace'ın içini dökmesi, yazıp kurtulması, anlatıp rahatlaması ve anılarını paylaşması içindir.

Twilight'a Bir de Bu Açıdan Baksak

Tamam, twilight hayranı değilim. Deli gibi eleştirenlerden de değildim. Taa ki son filme kadar. Fakat filmi izlerken babam ve kardeşim gibi tepkiler veren bi insan hiiiç değilim. Onların komik ötesi tepkilerine geçmeden önce filmle ilgili düşüncelerimi yaziyim.
***

Bu film ilk çıktığında -henüz Edward hayranları yokken- vampir filmlerini seviyorum ya, nasıl bi şeymiş bakıyim diye evde sessiz sakin bir merakla izlemiştim. Sonra da ehh işte fena değilmiş dedim. Arkadaşım sorsa "nasıl film izliyim mi?" diye "izle yaa fena değil" derdim. Sonra baktım bu film olay olmuş. Edward'cılar coşmuş. Bella'yı sevmeyenler olmuş.

Derken filmin ikincisi sinemaya geldi. D&R'a giren herkesin poşetine bir tane de twilight kitabı eklendi. Cahilliğimi bağışlayın, o zamana kadar bu filmin kitaptan uyarlama olduğunu bilmiyordum. Bunu öğrenen meraklı ben illa en sonunu öğrenicem ya, hemen bütün kitaplarını yalayıp yutmuş kuzenime hikayenin sonunu sordum.

Kuzenim de büyük bir hevesle bütün hikayeyi baştan sona kadar anlattı. Anlattıkça bunaldım. Özellikle son kitapta olan olaylardan sonra -mühürlenmek gibi- bu filmi bi daha hiç izlememe kararı aldım.
***

Edward'ı beğenmiyorum zaten. Ne o öyle, köşegen bir surat, bembeyaz ten, her zaman garip bakışlar. Jacop desen aman aman daha da beter. Agresif bi ergen. Maymun da diyebiliriz. Hele de sinirlenince -ki ergen olduğundan hep sinirleniyor- ordan oraya koşturup duruyor.

Son olarak gelelim mühürlenme saçmalığına. Şimdi efendim zannımca yazar Jacop'ı ne yapıcanı bilememiş. Baktı ki Bella Edward'a gitti. Eee dedi ne yapmalı ne yapmalı, bir yandan Jacop fanları. Tamam demiş ona da birini bulalım ama kim olsun kim olsun. Tamam işte demiş. Bu garip ergen kurt adamların mühürlenme gibi bi şeyleri olsun. O kişiye mühürlendikleri zaman gözleri başkasını görmesin.

İyi de ben Bella yerinde olsam sinirden ölürüm. Minnacık kızıma mühürlendiği yetmiyormuş gibi, ya Jacop'ı seçseydim? Ya adam benimle evliyken başkasına mühürlenseydi? Nolucaktı o zaman ortada mı kalıcaktım ben diye düşünüp dururdum valla. Kısacası şu mühürlenme olayı tamamen saçmalık.

Tabii filmi beğenenlere de, kitaplarını okuyanlara da saygım sonsuz ama nolur şu mühürlenme şeysini bana savunmayın ya hiç sevmedim ben orayı.

Nasıl da içimi dökmüşüm yahu. Daha babamla kardeşimin bu filmi izlerken verdikleri tepkileri yazıcaktım vee yazıyorum.
***

Jacop Edward'a bağırıyor;

Kardeşim: Niye bağırdı şimdi?
Babam: Şey ya ergen ya o yüzden
Kardeşim: Niye hamile bıraktın diyooğ
Babam: Sanki onun karısı yaaa!

Bu sahnede de Edward bi şeyi anlayamamış ve babam başlıyor söylenmeye;

Babam: Anlayamadın mıı? Hayır bi de vampir olmuş! Daha Bella'yla Jacop arasındaki bağı anlayamadın daha ne anlicaksın sen..

Babam: Bunu filmden saymışlar da bir de korsanını çekmişler. Edward belki de hayatının en rahat rolünü yaptı. Öyle dikiliyor çekiyor. Öyle durup bakıyor, yönetmen çekiyor.
***

Jacop kurta dönüşüyor;

Kardeşim: Sırf hareket olsun diye yapmışlar
Babam: Bilgisayar çalışıyor. En iyi bilgisayarlar çalıştı aslında ama onlar da figüran

Kardeşim: Diğer filmi izlemiş miydin baba?
Babam: Böyle sararak izlemiştim ya ne biliyim..
***

Kurtlar Bella için toplanmış, konsey yapıyorlar;

Babam: Şu Bella'yı adamdan saydılar da o kadar kişi toplandı öyle mi?
Kardeşim: Öyle deme baba yaa güzel kız
Babam: Güzel de o çocukla işi ne?

Kardeşim: Ya baba sardın sardın konuyu tam anlamadım
Babam: Konu yok ki
Kardeşim: Abartma babaa..

Ve meşhur mühürlenme sahnesi;

Babam: Annesine varamadık, kızını kaçırmiyim dedi herhalde. Off bunun için sinemaya gidiyolar. Bu korsan ne güzel bi şey. Hadi gel aliyons ve avatars'ı izleyelim?
Kardeşim: Aliyons?
Ben: Hahahahahaha

Derken 40 dakikada film bitti. Babam o 40 dakika boyunca hiç susmadı. Tamam biraz abarttı ama ciddiyim, biz de bu filmi bu kadar abartmayıp bir de bu açıdan baksak?
***

Ayrıca kızlar buyruuun sizin için çizdiiiimmmm (hala yazılarıma koyduğum fotoğrafları benim çizdiğimi zannedenler; yok öyle bi şey ama keşke o kadar yetenekli olsaydım! gerçi siz yine de öyle düşünün ben şımariyim eheh)


Son olarak, öhöö tabii ki korsana hayır. (Babacım afedersin yaa.. şey vardı ya çıktı mı o filmin korsanı?

Bu da şarkı.

Çocukluğumuza İnelim

Eskiden bu "çocukluğunuza inelim" olayını hiç anlamazdım. Çok saçma gelirdi. "Ne alakası var yaa, şimdi neysem oyum işte. Doğru dürüst hatırlamadığım çocukluğumdaki anılar bende nasıl bir iz bırakmış olabilir ki" diye söylenir dururdum. Fakat artık anlayabiliyorum.

Mesela böyle yeni açılmış, dümdüz harika görünen bir yoğurta kesinlikle kaşığı ortadan daldıramam. Çünkü çocukluğuma inersek bunun tamamen yediğim azardan dolayı kaynaklandığını bilirim. Öhö öhöö..
***

İlkokul 5. sınıftayım. O zamanki sıra arkadaşım Merve'yle en büyük eğlencemiz, okuldan sonra onlara ya da bize gidip, ince ince kestiğimiz patateslerimizi kızartıp, taze ekmekle patates kızartması yemekti. Boğazıma hayatımın her anında düşkünmüşüm gördüğünüz gibi.

Neyse yine öyle günlerden biri. Son ders boş, biz de Merve'lere gittik. Evlerinde patates yokmuş. Harçlıklarımızla 1 kilo patates aldık. Dik merdivenlerden çıkıp eve ulaştık. Hemen girdik mutfağa, başladık patatesleri soymaya. Ama nasıl bir eğlence.

Bir yandan masamızı hazırlıyoruz. Beyaz peynir, ketçap (o zaman mayonez sevmiyoruz) artık ne varsa masayı donatıyoruz. Merve de bir yandan dolaba bakınıyor başka ne koyabiliriz diye. Sonra dolaptan kocaman bir tencere çıkarıyor.

Meğer annesinin kendi elleriyle yaptığı yoğurt. 1 gün dolapta beklemiş ve kıvamına gelmiş. Ayy ben bir sevindim. Hiç tencerede yoğurt görmeye alışık değilim. Koca tencere, üstü dümdüz bir yoğurt. Tutturdum kaselere yoğurtu ben koyiyim diye. Hani o ilk kaşık kutsal ya.

İşte kaşığı tencerenin ortasına daldırmamla Merve'den bir çığlık..

- Yaaaa ne yaptın sen yeaaaaa ooffffff!

Ben bir elimde kase, bir elimde kaşık Merve'ye bakıyorum. "Ne yaptım ki?" dedim. Bu başladı son hız dırdıra.

Yok efendim öyle kaşığı ortadan alarak başlarsan yoğurt sulanırmış. Artık bu koca tencere yoğurt bi anlam ifade etmezmiş. Bu ne kötü olmuş şimdi annesi kızarmış. Nasıl bilmezmişim ben, yoğurt hep köşeden kaşıkla alınırmış... 

Hayır ben zaten daha önce sulanmayan bir yoğurt görmedim. Ayrıca sulanmasın diye yoğurtu bi kere karıştırırsın yani. Öyle ortadan kaşığı daldırdık diye ne bu tepki şimdi. Zaten patates kızartmasının yanında yoğurtun işi ne. Sanki masada zeytinyağlı yemek varmış gibi kaşık kaşık yoğurt yemek niye?
***

İşte yaşadığım bu olaydan sonra, ne zaman yeni bir yoğurt açılsa önce bir bakınıyorum. Hep ilk kaşığı köşeden alarak yoğurtun sulanmasını izleyip "yanlış biliyosun mervee böyle de sulanıyor iştee!" diye içimden geçiriyorum. Ama ne ne yazık ki artık bu olay yüzünden hiç ilk kaşığı ortadan alamıyorum.
***

Ya da küçükken saçlarım hep erkek çocuğu gibi olduğu için, sonradan 3 sene itinayla uzatıp kendini kuaför zanneden annemin "kırıklarını alıcam" diyip kestiği eğri saçlarımı düzeltiyim derken 3 yıllık emeğimi mahvedip, yeniden küt saçlı olduğum günden sonra saçlarımı hiç kestiremedim. Sadece kırıklarını aldırıp durdum ve yıllardır upuzun saçlı bir insanım. Yine bir çocukluk travması yani.
***

Saçlarımın uzun olmasının da, her sulanan yoğurta sinir olmamın da çocukluğumla alakası var. Belki de pilavın tabağımın hep solunda olmasının da bir nedeni vardır, kim bilir.

Fakat bu yazıdan sonra inat ettim. İlk alınan yoğurta kaşığı ortadan daldırıcam, böyle kenarlara hiç dokunmadan kaselere doldurucam. Hem de o yoğurt sulanmicak. Vallahi de billahi de sulanmicak. Tamam yaa kimi kandırıyorum, bal gibi de sulanıcak işte. Huff!
***

Bu da şarkı.

Ninja Kaplumbağalar

Biz öyle evde hayvan bakabilen bir aile değiliz. Nedense başaramıyoruz bunu. Ama bir kaç kere denedik.

1. Deneme: Civciv..

Biz çok küçükken daha okula gitmezken, kolilerin içinde satılan civcivleri gördük. Bağır, çağır aldırttık 3 tane minicik civciv. Biri ablamın, biri benim, biri de kardeşimindi. Karıştırmamak için de üstlerine kırmızı rujla isimlerimizin baş harfini yazdık. (çocuk aklı)

Hemencecik bize alıştılar, nereye gitsek sürü gibi peşimizden geldiler. Biz de onları gün geçtikçe daha çok sevdik. 1 hafta bile dayanmadılar, yanlış bakılma sonucu öldüler. O kadar çok ağladık ki daha eve hayvan almayacağımız konusunda annemlere söz verdik..

2. Deneme: Tavşan..

Amcamlar istanbul'a taşınırken, kuzenim tavşanını bize bıraktı. Evlerinin bahçesi olduğu için iyi bakılmıştı. Ve bahçeye alışmıştı. Bizim kutu gibi evimizde o tavşanın ne işi vardı?

Bize hiç alışamadı. Çok huysuzlandı. Ama biz onu da çok sevdik. Baktık her yere kakasını yapıyor, annem tavşanı bezledi. Sonra biz onu o komik haliyle daha çok sevdik. Fakat baktık olmuyor, hayvan eziyet çekiyor, babamın evi bahçeli olan bir arkadaşına verdik. O da öyle gitti..

3. Deneme: Kuş..

Gerçi bu öyle eve kafesiyle alınan kuşlardan değildi. Balkonumuza bir bıldırcın konmuş gitmiyordu. Biz de aldık onu, kutuya koyduk. 1 gün sonra uçurduk. Niyeyse bıldırcın uçunca çok ağlamıştım. Sonra babam "o öyle daha mutlu bak biz ona iyilik yaptık" diyince biraz sevinmiştim ama olmuyordu. Yani, biz evde hayvan bakamıyorduk.

Bir kaç fanus içinde ölen balık sonrası tövbe ettik. Derken geçen gün eve bu su kaplumbağaları geldii.. Şimdi yine miiiii?! diyorsunuz biliyorum ama hep annemin işleri!
***

Anneannemin arkadaşı Bekir amca var. İş yerini yeni dekore ettirmiş, artık akvaryum istemiyormuş. Bu kaplumbağcıkları da bir tanıdığa vermek istiyormuş. O tanıdık biziz. Babam da olur diyince birden eve akvaryum içinde 4 kocaman kaplumbağa geldi. (kocaman dediysem el kadar ama o küçük su kaplumbağalardan biraz daha büyük)

Hemen evde bir neşe, bir heyecan. Sanırsınız eve bebek geldi. Aynen öyle bir muamele var. Herkes sesini inceltip bebek severmiş gibi konuşuyor kurbağalarla. (ay bi de ben bunlara kurbağa diyorum hatta bazen balık diyorum)

- Balıklara yem verdiniz mi? gibi..

Tabii en önce bu kurbağalara isim koymak lazımdı.. Akvaryumun en büyüğüne babamın klasik lafı "ben babayım!" demeye başladı annem. Ben de bi tane içine kapanık olana "küskün" demeye başladım. Sürekli küskün'ü öpmeye çalışana babam da Coşkun demeye başladı. Tam da isimleri tek tek belli oldu derken son hali, Ninja Kaplumbağaların isimleri!
***

Annem: Ben babayım olsun bunun adı?
Kardeşim: Hayır yaa belki o dişi?
Ablam: Ninja Kaplumbağaların isimlerini koyalım bunlara!
Mia: Aaaa evet! Mikelanjelo, Rafael, Donatello.. diğeri neydii?
Kardeşim: Ustalarının adı Splinter'dı!
Ablam: E iyi de ne alaka şimdi?
...

Annem: İçerden sesler geliyor sankiiii
Babam: Bizim leonardo, mikelanjelo falan onlar ses çıkarıyor
Ablam: Bence çok güzel oldu ninja kaplumbağaların isimlerini koymamız!
Annem: O zaman renklerini bağlayalım ayaklarına, öyle anlayalım hangisi kimdi diyee
Mia: Yine ruj sürsek?
Ailecek: Hahahahahaha :D
....

Babam: Bunlar çok fingirdek yaaa
Annem: Torunlarımız hareketliii
Babam: Torunlarımız?
Annem: Bunların bize torun vereceği yokk hııhh (derken de bize şeytani bakışlar fırlatıyor)
...

Annem: Babaannesii, anneannesii, en mi sallıyosuun sen bannaaa oy oy oyyy
Babam: Bye bye diyo..
Annem: Hayıır, en sallıyor anneanneye!
...

Annem: Çocuğum napıyosuun napıyosuun bakiyim cici icii anneanne sevsin senii..
Ablam: Anneanne yalnız..
Annem: E onun anneannesiiyim, diğerlerinin babaannesiyim
Babam: Ne karışık aile
Annem: Yaa hem kız var hem oğlan vaar!

Gördüğünüz gibi annem farklı bi hayal aleminde. Torunları sanıyor kurbağaları. Biz de hayretle izleyip dalga geçiyoruz annemle, yapıca bi şey yok :) Peki ya babam nasıl bi alemde sizce?

Babam: (akvaryuma eğilerek) Dıt dırı rıııııııı, dırırırırırırıı dıt dırı rıııııııııııııı

Evet aslında 20th Century Fox müziğini söylemeye çalışıyor.

Ablam: Baba ne bu?
Babam: Tventi centiriii fox müziği (centiri dedi evet) tatlı ya :D
Ablam: Hmm. Ama sadece başındaki "dıt dırı rıııı" bölümünü doğru yaptın, gerisi doğru değil

Babam: Başıyla sonu önemli zaten, ortası şişirmee

Dıt dırırı rııııııııııııııııııııııı dırırırırı dıt dırırırırııı diyerek devam etti şarkısına..
***

Ayaklarına bakın :D

Burda bi taşı paylaşmaya çalışıyorlar üst üste.

Ablam elleriyle besliyor. Arada ısırıyorlar ama olsun :) Arkada da biri taşın üstüne çıkmış bile.

İşte evde böyle bir ortam var. Sanki evde bebek bakıyoruz. Öyle heyecanlıyız. Fakat bizim kaplumbağalar pek yaramaz, bi taşı paylaşamıyorlar bazen birbirlerinin üstüne çıkıyorlar kurumak için. Bazen öpüşüyorlar. Bi de çok açlar hiç doymuyorlar. Ama çooook tatlılaar! Ve bu sefer o hazin son olmicak. Çok dikkatliyiz, gerçekten bak.

Ama siz yine de nasıl bakılıyor biraz anlatsanız? Var mı bilen?
***

Bu da şarkı.

Ev Hırkası - Ev Topuzu


Az önce odamda yatağıma uzanmış, kitap okurken resmen donduğumu hissettim.Aylar sonra ilk defa ev hırkamı giydim. Kollarımı hissetmeye başladım oh be! Zaten bugün yağmurla ıpıslak olunca, hava erkenden kararınca, yolda bir dolu -hırkayı bırak- montlu insan görünce "tamam" dedim, "kış geldi!"
***

Lisedeyken ne zaman Zuhal'lere gitsem, rahat bi şeyler giyicek olsam hemen bana ev hırkasını verirdi. Ve bu hırkanın adı Pakize'ydi. Evet evet, şaşırmayın. O hırkaya bir de isim koymuştu Zuhal. Çok severdi hırkasını. Hiç çıkartmazdı evde üstünden. Böyle salkım saçak, gri, kocaman bi şeydi. Onun içinde insan kendini çok rahat hissederdi. Bağımlı gibi bi şey olurdun hırkaya.

Artık eve girer girmez "Zuhaaal bana Pakize'yi verseneee" diye yüzsüzce ister, hemencecik sırtıma geçirirdim. Ondan sonrası bi güzel kız dedikodusu. Ahh.. Ne güzel zamanlardı.

Neyse işte böyle bir Pakize'miz vardı bizim. Hepimizin yok mudur evde giydiği hırkalar? Evlik hırka. Ev hırkası.. İşte öyle bi şey :) Hah işte benim var! Bir Pakize değil ama o da benim canım ev hırkam.

Böyle bordo. Uzun. Üstten aşağı düğmeli ama hep ortadan bir kaç düğme ilikler, gerisini bırakırım. Sonra saçlarımı da ev topuzu yaptım mı tamamdır. Ta taa evlik olarak hazırsın, eline de kahveni alabilirsin. Sonra gelip bu yazıyı yazabilirsin.
***
Ev Hırkası gibi bir de Ev Topuzu meşhurdur. Zaten bu ikisi muhteşem bir ikilidir. Ev topuzun hep harika olurken, dışarı çıkarken o ayarı tutturamazsın. Dağınık ama güzel. Olmaz işte o. Ancak evdeyken olur. Gıcıklık değil mi..

Dışarı çıkarken "dağınık ve dağınık" olur ya da "dağınık yapılmaya çalışılmış ama eline yüzüne bulaştırmış" gibi.

O yüzden siz siz olun hiç uğraşmayın. Bırakın evlik olanlar evde kalsın. Ev hırkanızla dışarı çıkmayın, kendinizi garip hissetmeyin. Evde giyin kendinizi prenses hissedin. Ev topuzu yapmaya çalışıp dışarı çıkmayın. Gerçekten öylesine ev topuzu yapın ve evde oturun.

Tabii evde öylesine topuz yapıp hırkanızı giymiş kös kös otururken arkadaşlarınız çağırmışsa şanslısınız. Bırakın saçınızı açmayın ve o muhteşem ev topuzunuzla dışarı çıkın.

Üzerimde ev hırkam varken ve saçlarım şahane ev topuzu durumundayken size başka ne gibi bir toplumsal mesaj verebilirdim ki eheh.
***

Bu da şarkı.

Makarna

Makarna benim tartışmasız en sevdiğim yemektir. Ne biliyim patlıcanlı her şeyi çok severim. Ne biliyim köfteyi de çok severim. Ne biliyim bi çok şeyi daha severim ama onları her zaman yiyemem. Ama makarna dedin mi toksam bile yiyebilirim.

Makarnayı sevenler ikiye ayrılır. Bir; makarnayı çok sevip evde, dışarda, her yerde yiyenler. Bir de makarnayı çok sevip "dışarda makarna mı yenir yaaa?!" diyenler. Saçma bulurlar.

Bizim öğrenci yemeği ucuz makarnaya sen git dışarda tabağına 10 küsür tl ver. Yokk artıkk!
gibi..

Halbuki ben tam tersi dışarda makarna yemeye bayılırım! O kremalı soslarına, kocaman tabaktaki mantarlara, üstündeki parmesanına. Yani çok severim kısaca!

Şimdi benim anlamadığım şey şu. Dışarda makarna yemeyi saçma bulanlar, evde o kremalı makarnaları yapabiliyorlar mı? Evdeki salçalı makarnayı ben de dışarda yemem. Ama evde yapamadığım kremalı makarnaları elbette yerim. Hiç de saçma bulmam. O makarnaya verilen paraya da hiç acımam.
***

Yalnız şöyle bir şey var. Ben salçalı makarnayı bile çok iyi yapamam. En yapamadığım yemek makarnadır. Sorsan pilav yapabilen her şeyi çok güzel yapar diye bir şey vardır ya hani. Ben de pilavı çok güzel yapmama rağmen makarnayı berbat yaparım. Çok haşlarım. Hafif lapa olur hep.

Amaaa hayatımda yediğim en lapa makarnayı hiç unutmam..
***

Yıllar önce biz çok küçükken yaz tatiline amcamlara gitmiştik. Sabahtan akşama kadar mahallede toz toprak oyunlar oynar, bisiklet sürerdik. Bir de yaz tatili arkadaşı edinmiştik. Nuray ya da Aynur. Unuttum şimdi. Böyle çok deli dolu bi kızdı. Ablamı çok severdi. Aynı yaşta oldukları için biraz dışlanırdım sanki.

Bir gün anneme tutturduk makarna yap diye. Ama annemin de işi vardı, bi yere gitmesi lazımdı. Nuray dedi ki "Aaaa ben çok güzel makarna yaparım. Siz gidin, hem kızlara da öğretmiş olurum. Biz yaparız makarnayı."

Annem tencereyi çıkardı ve makarnayı mutfak tezgahına koyup gitti. Gitmez olsaydı.. Allahım bunlar bir başladılar maratona. Resmen elleri ayaklarına dolandı. Nuray heyecanlı, ablam ondan heyecanlı. Biri ocağı yakıyor, biri makarnayı yere döküyor. Su deli gibi kaynıyor derken olabilicek en lapa makarnayı yaptılar. Yapış yapış çubuk makarnayı tabaklarda su içinde yüzdürmeyi başardılar..

O gün ablam inat etmiş olucak ki şu an harika makarnalar yapıyor. Nuray da bizi hafiften kekledi sanki. Bence daha önce hiç makarna yapmamıştı. Gördüklerini uygulamaya çalışmıştı. Tabii eline yüzüne bulaştırmıştı.
***

Bunlar aklıma dün yaptığım lapa makarna sonrası geldi. Ablam yaptığım makarnayı yemedi. Ben de inat ettim öğrenicem. Ablamdan daha güzel makarnalar yapıcam. Aaaa Nuray kadar da kötü değilim canım eheh.
***

Bu arada Işın Karaca çocuğuna Sasha Mia adını vermiş. Sasha koruyucu melek anlamına geliyormuş, Mia'da parıldayan anlamına. Haha parıldıyorum adeta! Na na na :)
***

Bu da şarkı.

Ablamla Kitap Alışverişi

Ablamla yapılan her şey garip olduğu gibi D&R'a girip kitap almak da garip. Yani tamam ne yapılır? Kitaplar alınır, bir güzel poşetlere konulur, sonra elinizde sinema biletiniz seansı beklerken bir yerde oturulur, kahve içilir ve sohbet edilir.

Ama eğer yanınızda benim gibi bir ablanız varsa kahve içelim, sohbet edelim'i unutun. O direkt kitaplara dalsın. Hepsini tek tek incelerken aralıksız konuşsun ve arada bir de kahvesinden yudum alsın.

Tabii Mia ne yaptı? Bu değerli cümleleri tek tek telefonuna kaydetti :)
***

Kocaman bir eski Mısır tarihi kitabı alan ablam kendini tam anlamıyla kaybetti ve işte o anlar..

Ablam: Ben kendimi Nefertari sanıyorum. Benzememe ne gerek var. Babama ben çok benziyorum ama babamın nefertariyle ne alakası var? Demek ki şu an benzememize gerek yok.

2. Ramses'in karısıyım. Onun için diyorum ki Musa 2. Ramses'in döneminde gelmedi. Çünkü benim zamanımda Musa yoktuu!
***

Tabii ben bu sırada ablamı hayretle izlerken, ablam kocaman bir Nefertari resmini bana doğru çevirip işaret parmağıyla üstüne tık tık yaparak;

Ablam: İşte bu! Bu benim işte.
Mia: (Ne alakası var bakışı) Hö?
Ablam: Saçımı siyah düşüüün. Hem bu çok güzelmiş. Ben geçen gün aynaya bakarken kendimi mısırlılara benzettim. Ne yaparsam yapiyim, saçımı sarı yapsam da olmuyor. Gözlerimde var o hava. Benziyorum ben mısırlılara. Demek ki o havayı veriyorum.
***

O an ben, iki kız kahve içerken dedikodu yapar, süsten püsten bahseder diye düşünürken ablam piramitlere daldı. Ama öyle bir sinirlendi ki, günümüze sen demeye başladı. Verdi veriştirdi;

Ablam: Sen bu teknolojiyle piramitleri yapamıyosan daha ne diyim ben sana?! Sen bi maymunu gerçekmiş gibi gösteriyosun ama onu yapamıyosun..

Piramitlerin etrafında araba yolu görünce haliyle deliye döndü;

Ablam: Ya burda araba yolu ne arıyo ya?! Yemin ediyorum Mia ağlicam yaaa..Off Mia offff, gitmem lazım!

Bu arada bana "niye gülüyosun" diye bi kızdı ki sormayın :D Neyse benim elimde telefon bu cümleleri durmadan taslaklara kaydediyorum ya;

Ablam: Sinemaya girdiğimizde de mesajlaşıcak mısın?
Mia: Şu an mesajlaşmıyorum ki sadece senin söylediklerini not alıyorum
Ablam: (hayretle) Ne söyledim ki ben
Mia: Dur bi bakalımmm..

"Ben kendimi Nefertari sanıyorum. Benzememe ne gerek var. Babama çok benzi..."

derken ablam eliyle yüzünü kapatarak kıpkırmızı bir şekilde gülmeye başladı. Beni rezil ediceksin diye söylenirken ben bu yazıyı çoktan yazdım bile :) Haberi yok ki Mia'dan çok ablasının hayranları var. Ben de görevimi yerine getirmeye çalışıyorum o kadar :P
***

Sinemaya girince, film başlamadan reklamlar verirken ablam yine boş durmadı. Senaryo uydurmaya başladı. Ben de devam ettirdim;

Ablam: Mia düşünsene şu an sinemadaki insanlar birden zombi olmaya başlıyoor
Mia: Ayy ne fena!
Ablam: En son biz kalırız kaçmaya çalışan. Böyle iki kız kardeş falan kurtulmaya çalışıyoruz
Mia: Aaa evet, ben de bir yandan video çekerim. (elimden telefon düşmediği ve her dakika evde bizimkilerin vidolarını çektiğim için) Sonra kurtulunca bu görüntüleri basına verir, blogumda paylaşırım falan ehe
Ablam: Ama burda başrol sen oluyosun! :(
Mia: Hahahahahaha

***

Son olarak ablam dün uyumak üzereyken ve uyurken saatlerinin boşa harcandığını düşünüp buna üzülürken şu özlü sözü söyledi;

"Hem nefret edilen hem de sevilen bir şey var mıdır? sorusunun cevabı evettir ve bu uykudur."
***

Bir de evde en sevdiğin bayram çikolataları dururken, sen yine de diyet yapmaya çalışırken, eve gelen misafirler de o en sevdiğin çikolatalardan getirirse senin günahın ne?! Off offf :(

Bu da şarkı.

Pamuklu Çubuk

Başlık ararken çok zorlandım. Çünkü normalde ben buna "pamuklu çubuk" değil de "kulak pamuğu" derim. Sonra bir baktım bazıları da "kulak çubuğu" diyor. O yüzden yazıyı yazarken o an içimden nasıl gelirse öyle bahsedicem.

Şimdi bu pamuklu çubuk erkekler için pek bir şey ifade etmese de kızlar için anlamı büyüktür. En azından benim ve etrafımdaki tüm kız arkadaşlarım için öyle.

Nasıl desem, öhöö, yani bu şey olmasa biz makyaj yapamayız. Eyeliner'larımızın uçları kalın kalır. Göz makyajımıza şekil veremeyiz ya da gözlerimizin altındaki siyah kalemi güzel dağıtamayız.

Ya da ne biliyim kırmızı ojelerimizin kenarlarını parmaklarımızı batırmadan silemeyiz.

Böyle zor durumlarda bu güzel pamuklu çubuklar hemen devreye girer ve bizi kurtarır. Göz kenarları düzgün, parmaklar ışıl ışıl olur.

Özellikle rimel sürerken, o rimel dağılırsa, bulaşırsa hemen bu pamuklu çubuklar imdadınıza yetişir. (farkettim de yazarken pamuklu çubuk, söylerken hala kulak pamuğu eheh neyse orta yolu bulduk)
***

Ben böyle "acaba herkes makyaj yaparken bu pamuklu çubukları kullanıyor mu?" gibi düşünürken geçen gün gördüğüm 2 şey beni çok mutlu etti!

Birincisi; Mac'e girdim makyaj alışverişi yapmak için ve köşede bir kutuda bir dolu pamuklu çubuk gördüm. Tam da o anda bir kıza makyaj yapılıyordu ve göz makyajını şekillendirmek için bu çubuklardan kullandılar bizzat gördüm ehe oley!

İkincisi; Feli, ablam, ben youtube'dan "smokey eyes" denilen makyaj türlerini inceliyorduk. Nasıl yapılıyor falan (ayrıca ablamla zaten dergilerde bile kızların makyajlarına bakarız o derece eğlenceli bir şey makyaj incelemek) derken orda da kız gözüne buğulu bir hava vermek için göz kalemini bu pamuklu çubuklarla dağıttı!
***

Yani sorun ben de değilmiş. Makyözler bile bunu kullanıyormuş. Demek ki kızlar ne yapıyoruuz? Göz makyajımız daha güzel, daha şekilli ve daha buğulu olsun diye kesinlikle makyaj yaparken bu pamuklu çubuklardan kullanıyoruuuz :)
***

Ama siz Komşu Kızı kadar abartmayın. Bir kere makyaj yaparken tam bir kutu pamuklu çubuk bitirmişti, saka yapmıyorum! Bu arada yakınlarda bir Komşu Kızı yazısı gelebilir. Bahsetmişken aklıma geldi :)

Bu da şarkı.

Ölüm Pornosu - Chuck Palahniuk & Funda Uncu

Bildiğiniz gibi sıkı bir Chuck hayranıyım ve okumadığım kitabı kalmadı. Ben her kitabı bittiğinde yeni kitabı ne zaman çevrilicek diye gün sayan, hatta Ayrıntı Yayınlarına -2 kitabının tercümeye alındığı yazıldığında- "ne zaman çıkıcak?" diye mail atan, bu derece Chuck'ın kitaplarını heyecanla bekleyen bir insanım.

Peki sonra neler oldu?

Ülkemizde Chuck hayranları gittikçe arttı. Ayrıntı Yayınlarının en çok satan yazarı oldu. Hatta en güzeli; önceden yeni kitabının çevrilmesi 2 seneyi bulurken, bu süre 6 aya kadar düştü. Okundu, sevildi, 2. Basımlar 7'lere, 8'lere kadar arttı..

Derken Çarpışma Partisi kitabı henüz yeni çıkmışken Ölüm Pornosu kitabı basıldı. Bu da artık Chuck'ın ülkemizde ne kadar okunduğunu gösteriyordu. Her yeni basım beni daha da mutlu etti. Dövüş Kulübü 8. - 9. basıma kadar yükseldi. Gösteri Peygamberi, Görünmez Canavarlar, Tıkanma.. Her kitabı daha da sevildi.

Ve tabii ki Funda Uncu..

Kadına hayranlığım her kitapta daha da arttı. Bütün Chuck romanlarını çeviren bu harika insan, bana "başkası çevirse okumam o kitabı" dedirtti.

Peki sonra ne oldu?

Günümüz; haksızlık ve kısıtlama. Ölüm Pornosu kitabı geçen ay kısıtlama engeline takıldı. Toplatılma kararı kaldı ve en garibi, çevirmen Funda Uncu'nun tam 6 saat ifadesi alındı!

Kötü bir üslupla, "bu kitabı nasıl yazarsın?" gibi saçma sorulara maruz kaldı ve her defasında "kitabı ben yazmadım! sadece türkçeye çevirdim" dedi. (evet şaka değil!) Böyle saçma bir konuda kendini savunmak zorunda kaldı..
***

Kitap ilk çıktığı hafta elimdeydi. Yarısına kadar okudum sonra sınavlar falan derken yarım kaldı. İlk fırsatta devam edicem. Okuduğum kadarıyla Chuck'ın diğer kitaplarından daha az rahatsız edici. Evet Chuck zaten aykırı bir yazar ama biz de onun bu yönünü seviyoruz. Toplatılması gereken bir kitap kesinlikle değil. Her şeyin ötesinde bir çevirmenin ifadesi alınması hele.. bu hiç değil.

İşte her şey böyle can sıkıcıyken, artık "bir daha Chuck kitabı çıkmicak mı.." diye düşünüp üzülürken geçen gün D&R'da Ölüm Pornosu'nun 6. basımını gördüm ve acayip mutlu oldum!!

Biz de bu yapılan saçma harekete karşılık, Funda Uncu'nun uğradığı haksızlık için, gidip birer tane -hazır henüz satılıyorken- Ölüm Pornosu kitabını alalım ve okuyalım! Ne biliyim bir şekilde bu olaya tepkimizi koyalım.
***

Bir kaç Chuck kitabından, sevdiğim cümleler;

"Aydınlanma sona erdi. Artık aydınlanmama çağına girdik." Bkz: Tıkanma Kitabından

"Sahip olacağın her şey, bir gün kaybedeceğin şeylerden sadece birisidir." Bkz: Tıkanma

"Eğer kimse izlemiyorsa herhangi bir şey yapmanın çok anlamsız olduğuna varıyor insan.

Bir şeyler yapıyor olmanızın hiçbir önemi yok. Eğer yaptıklarınızı kimse farketmiyorsa, hayatınız koca bir sıfırdan ibarettir. Boştur. Anlamsızdır.."
Bkz: Gösteri Peygamberi

"Delilik, aklı başında olmanın yeni şekli." Bkz: Tekinsiz

"İnsanların hep yaptığı bir şey bu; nesneleri insana, insanları da nesneye çevirmek."
Bkz: Tekinsiz

"Herkes dünyayı yeni bir yer yapmak istiyor." Bkz: Tekinsiz

"Sonuç olarak onları yenemiyorsanız, onlara katılın." Bkz: Tekinsiz

"Görünenin aksine, bu flört değil sanki mülakat." Bkz: Tekinsiz

"Sadece insanların olduğu dünyamız, içinde insanlık olmayan dünyamız." Bkz: Tekinsiz

"İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın, insanı öldüren de hep sevdiğidir." Bkz: Dövüş Kulübü

"Uykusuzluk böyledir işte. Her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyasının kopyası gibi. Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana." Bkz: Dövüş Kulübü

"Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim?" Bkz. Dövüş Kulübü

"Marla'nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu. Marla'nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu." Bkz: Dövüş Kulübü

"Güzel olamıyorsam, ben de görünmez olurum." Bkz: Görünmez Canavarlar

Bu da şarkı.

Dolap Tadı & Maybelline

Geçenlerde ablamın seçtiği ve kötü çıkan bir karpuz sonrası;

Ablam: Ya aslında tadı güzel de biraz dolap tadı almışş
Babam: Dolap tadı diye bir şey var mı yaa?! Karpuzun kötü çıkmış işte bırak bu işleri..
***

Dolap tadı diye bir şey var babacığım. Nasıl yok yahuu?! Buzdolabı poşeti ya da aluminyum folyo ile sarılmadan dolaba konulan her yiyecek bu tadı almaya mahkumdur. Ve bu tat benim en nefret ettiğim tattır!

Hepimiz karpuzu soğuk yemeyi severiz ama hiçbirimiz karpuzu dolap tadını alarak yemek istemeyiz..

Halamları bu konuda kimse geçemez! Yeter ki ona güzel bir yiyecek verin o da size dolap tadını içine işleterek geri versin.

Karpuzu aldıkları gibi kesip dolaba koyarlardı soğusun diye ama hem kesmişsin hem sarmamışsın. Öylee üstü açık dolapta soğumayı bekliyor. Aslına içine o garip tat işliyor.. Neyse sonra karpuzu bir güzel afiyetle yerlerdi. Bazen düşünüyorum acaba o tadı bir tek ben mi alıyorum?

Ama hayır! Ablam, ablam var! Bu tada en az benim kadar duyarlı, eheh gurme olabiliriz biz ailecek :P

Şaka bir yana, nefret ediyorum o dolap tadından. Bazen çok güzel yaptığınız bir muhallabi, bir pasta.. Bir iki dilimden sonra üzeri kapatılarak dolaba konuluyor. Meğer poşetin bir ucu biraz açık kalmış. Hah işte o zaman mahvoldunuz. Çünkü o açık kalan küçük delikten bile dolap tadı gelip güzelim pastanıza işliyor. Tadı hemen değişiyor.

O yüzden pastaları dolaba koyarken nasıl sarıyorum görmeniz lazım. Kat kat. Kabusum resmen dolap tadı. İstiyorum ki pastalar, karpuzlar, dondurmalar.. hep o ilk tadıyla kalsın. O yüzden sardıkça sarıyorum. Onunla savaşıyorum ve kazanıyorum!

Bazen misafirlikte yediğimiz şeylerde o tadı alıyorum, nasıl hüzünleniyorum. "Hmm demek bu evde dolap poşeti kullanılmıyooor, Yanlıııışş!" diye söyleniyorum içimden.

Yazıdan çıkarılıcak sonuç: Herkes dolap poşeti, streç, aluminyum folyo (ne varsa) kullansın! Pastalarınız ziyan olmasınnn! Hadi koşunn marketeeee!
***

Bu bölüm kızları ilgilendiriyoor! Kızlar dinleyinn!

Şimdi ben geçenlerde heybeliada'ya yüzmeye gittim. Tabii ki denize makyajlı gitmezdim ama bir gün önceden gözüme sürdüğüm eyeliner uyandığımda aynen duruyordu. (siz makyajınızı temizlemeden uyumayın!) Hızlı hızlı vapuru kaçırmamak için öyle evden çıktım. Bir yandan da söyleniyorum "denizde gözümden akıcaak, siyah siyah rezil olucaam!" diye.

Denize girdim. Tam 5 saat denizden hiç çıkmadım. Vee kızlaar inanamicaksınız eyeliner'ım 5 saat deniz suyundan sonra bile aynen öyle duruyordu! Ne çıktı, ne dağıldı, ne aktı!

Hala şoklardayım ama öyle. Bu markanın reklamlarını yapabilirim eheh, o derece şaşırttı beni.

Normalde de tek akmayan eyeliner, tek kullandığım marka oydu ama denizde test etmemiştim. Bu da oldu :) Veee bu markaaa; Maybelline!

Yazıdan çıkarılıcak sonuç: Denize makyajlı gitmeyin ama eğer yine de uykudan uyanmış gibi görünmek istemiyorsanız maybelline eyeliner'ı kullanabilirsiniz!

Hadi kızlaar koşunn kozmetik dükkanlarınaa!
***

İkidir koşturuyorum, bu şarkıda da bi soluklanın dinlenin :)

Mim vol 29

Müzik ve kitap zevkimin aşırı uyduğu Mega Süpersonik Sam beni mimlemiş. Güzel bir blogu var. Uğrayın bence. İçten ve samimi..

Ona çok teşekkür ediyorum ve hemen mime geçiyoruuum :)

Mim Konusu: Güne başlamak istediğin şarkı nedir? Tek bir tane ama her gün çalsa bıkmayacağım dediğin şarkı?
***

Bu benim için öyle basit, öyle kolay bir cevap oldu ki anlatamam.

Çünkü ablamla bu şarkıyı her dinleyişimizde;

"ne eğlenceli, ne güzel ve ne güzel söylemiş! hiç bıkmam" derdik ve karşıma bu mim çıkar çıkmaz cevabım hazır dedim içimden.

Bence bu mim için verilicek cevap en sevdiğin şarkı değil de, eğlenceli senin için güzel bir şarkı olmalı. O yüzden hiç düşünmeden;

Placebo'nun o güzel cover'ı Johhhy and Mary!
***

Mimlediklerim

turkce karakteri olmayan baslik vol 4

Eveeeet basliktan da anladiginiz gibi yine bir telefondan post girisimiyle karsinizdayim. Su an otobusteyim. Ablamla canakkaleye gidiyoruz. Ve bu 6 saatlik yol nasil biticek bilmiyoruz.

Bu benim 2. Otobus yolculugum ve turlu mizmizlanmalarla ablami deli ediyorum. Suyuydu, tuzlu cubuguydu, cikolataydi, meyve suyuydu.. kitaplarimizi aldik. Bir de benim minik laptobumu aldik, ilerleyen saatlerde film izlicez.

canakkale ne kadardir gormek, gezmek istedigimiz bi yerdi. Ablama 5 gun bos verdiler ve hemen degerlendirelim dedik. Daha onceki yazilarimda bahsettigim Ruzgar bizi karsilicak ve o gezdiricek. Sehitlikler, asos, truva..

Umarim guzel bi tatil olur. Bu arada sikayetciyim vallahi sikayetciyim. Otobuslerde herkesin kendine ozel televizyonu var dediler ben de bir sevirdim kanal kanal dolanir zaman gecer diye ama o da ne?

Kanallar 2 dk sonra sinyal yok diyor. Off.. Neyse. Ayrica ablamda bir anaclik ki sormayin. Ben de bunu firsat bilip turlu isteklerde bulunuyorum. En onemlisi cam kenari.

Size su an cam kenarindan yaziyorum ve simdiden bunaldim. Canakkalede de yazarim. Turkce karakterli olanindan


Mia. (ne resim ne muzik ah ah)

Mim vol 26 - Yeşilçam!

Deep, negzel, EvA ve Edebali beni mimlemiş. Hem de mimi görür görmez "umarım beni de mimlerler!" dediğim bu hayranı olduğum konuda. O yüzden hepsine çok teşekkür ederim. Fazla fazla mimlenmişim ve büyük bir zevkle mime geçiyorum.

Mim Konusu: Her seferinde izlemekten zevk aldığınız, vazgeçemediğiniz Yeşilçam yapıtı hangisidir? (çok duygulandığınız, ağladığınız ve güldüğünüz de olabilir)
***

Yeşilçam denildiğinde benim için ilk aklıma gelen 3 film vardır. Bizim Aile, Yalancı Yarim ve Mavi Boncuk.

Bu filmler benim en en en sevdiklerim. Bu mim

için herhangi birini anlatabilirim ama daha önceden Yaşar Usta isimli yazımda Bizim Aile filminden bolca bahsettiğim için bu sefer sadece adını yazmakla yetiniyorum.
***

Anlatacağım harika filme geçmeden önce Yeşilçam'ın benim için önemini anlatıcam birazcık. Öhö Öhöö.. Ben şimdi böyle tam bir Türk Filmi meraklısıyım. Defalarca izlerim. Ablamla birlikte d&r'dan ne kadar türk filmi çıksa alırız. Hani böyle eski filmleri tekrar çıkartılar ya dvd şeklinde. Onları işte..

Eskiden de bir yer vardı. Küçük bir dükkan. Orası çekiyordu cd'ye. Öyle bayaa bir film çektirmiştik. Bloglarda ne kadar "ben bu filmi severim" şeklinde yapılmış mim varsa, hemen hemen hepsi bizde var o filmlerin.

Şu Münir Özkul'lu - Adile Naşit'li kadroya bayılıyoruz. Türkan Şoray var bir de.. Nerdeyse bütün filmleri var ve hepsini 10 kere izlemişizdir. (ailecek manyağız)

Ayrıca Yeşilçam dediniz mi aklıma Sadık Şendil gelir. Ne kadar harika senaryo varsa, hepsini o yazmış. Sadık Şendil'in büyük hayranıyım! O olmasaydı 7 Kocalı Hürmüz, Mavi Boncuk, Bizim Aile, Süt Kardeşler, Hababam Sınıfı... Bu harika filmler olmicaktı. Harika bir kalem!

Ve biz ne zaman ablamla film izlicek olsak, yüz kere izlediğimiz bu türk filmlerinden birini bir daha izleriz. Ama bir tanesi var ki, gün içinde üst üste izlesek bile bıkmayız.

Bu film nam-ı diğer Yalancı Yarim! (hani şu Metin Akpınar'ın "neee yanıyoo muuu?!" repliğinin olduğu film)

Tarık Akan, Emel Sayın, Metin Akpınar, Zeki Alasya ve tabii ki Münir Özkul..

Senorya harika. Elbette yine Sadık Şendil.

Zengin çocuğumuz Tarık Akan, fakir ve zengin yakışıklımıza aşık kızımız Emel Sayın. Bir şekilde nişanlı oyunu oynuyorlar. Kız bu oyuna sırf çocuğu sevdiği için katlanıyor ama bir gün pikniğe Sultan Suyu'na gittiklerinde fakir kızımız bu şarkıyı söylerken, zengin çocuğumuz fakir kızımıza aşık oluyoor!

Tek sorun zengin çocuğun ailesinin (amcası ve yengesi) kızın zengin olduğunu zannetmedisir ve düğün günü her şey ortaya çıkıyor. Kız ağlayarak düğünü terk ediyor ve bu şarkıyı söylüyor.

Aşık zengin çocuğumuz bu olaydan sonra amcası ve yengesiyle öyle bir konuşma yapıp evden gidiyor ki, amcasının aklı başına geliyor. Nerden geldiğini hatırlayıp manavcılık yapan fakir ailenin yanına özür dilemeye gidiyor. Ve işte bu elden ele giden karpuz sahnesi beni bitiyoor..
***Sonunda aileler barışıyor, sevgililer kavuşuyor. Ama bu filmin benim için güzel yanı içindeki samimiyet. Daha doğrusu Yeşilçam öyle. Bu filmde o fakir ortam öyle güzel anlatılıyor ki..

Düğün için kadınlarımızın hazırlanmaları, evi temizlemeleri, komşudan sandalye almaları, bir telaş damat bohçası hazırlamaları.. Daha neler neler.

Harika bir film. Oyunculuk muhteşem. Şu an çekseler rezalet olur, çekemezler. O yüzden bu filmin değerini çok iyi biliyorum ve sıkılmadan sürekli izliyorum. Hatta o kadar izledim ki cd bozulucak diye korkuyorum.
***
Bu da yazının şarkısı. Filmin taa içinden..

Mimlediklerim

ezgi, gürültü, gece yürüyüşü, Mystery, cennebaz, kirazlı sakız, SmG ve hemera-nyks.

Lacivert Kutudaki Nivea Krem

Şu ana kadar bloga yazımı yazıp, yazıya uygun bir fotoğraf arardım. Ama bu sefer tam tersi oldu. Fotoğrafı buldum, yazmaya başladım.Tam olarak ne yazıcamı da bilemiyorum sadece eski bir şeyleri hatırlattı bana bu krem.

Mesela;

İlk önce halamın evi gelir aklıma. Halamın çok sevdiğim iki tane kızı var ve ben küçükken onlar genç kızdı. Sürekli ellerine bu kremi sürerlerdi. Ama ne sürmek. Evin her yerinde karşıma bu lacivert renkli kutu çıkardı. Ve ellerine öyle bir sürüşleri vardı ki.

Önce sağ elini daldırır, parmaklarıyla bolca kremden alır. Sonra sol elinin üstüne kremi parmaklarıyla bırakıp, sağ elinin tersini de sol elinin kremli olduğu yerde birleştirip bir güzel yuvarlardı. Sonra da yukarıda kalan sağ elin kremli parmakları sol eliyle bütünleşip tüm parmakların arasınından geçer, bütün eli yumuşatırdı.

Ben de o zamanlar bu kreme öyle özenir, kremi elime sürerken de öyle bözenirdim ki. Tamamen taklit ederdim. Önce sağ eli kutuya daldır. Bolca al falan filan...

Halbuki bana kalsa sol elimle kutuyu tutar, sağ elimin işaret parmağıyla bir noktacık alırdım. O da tüm elime yeterdi zaten.
***

Mesela aklıma şişkin bir Cosma Girl dergisini getirir. Bende yarattığı o heyecanı. Sonraki hayal kırıklığını.

Ben böyle dergilerden çıkan not defterleriymiş, kalemlermiş.. Ne kadar böyle ıvır zıvır olsa bayılırım. Normalde görsem almicam bir kalemi dergiden çıksa seve seve bağrıma basarım.

Bir gün dergilere bakınıyorum. Aslında kapak kızlarının saçına, makyajına bakıyorum. Öyle bir dergi almak aklımda yok o an, ama o da ne? Dergi beyaz saydam ambalajında sıkıca sarılı fakat içinde bir şişkinlik ki sorma. Bir de normalde üstünde yazar "bilmem ne hediyeli" diye ama bu sefer yazmıyor. Bu da beni iyice meraklandırıyor..

Derken büyük bir merakla dergiyi aldım. Paramı öder ödemez büyük bir heyecanla ambalajı açtım. Açtım derken bildiğin hırpaladım, bir güzel yırttım. Her şey o şişkinlik için. Ne acaba ne ne ne nee?

Bir tane miniminiminiciiikkk lacivert kutudaki nivea kremcik.

O kadar küçük ki, dergiyi daha şişkin göstersin diye de kalın bir karton kutunun içine koymuşlardı. Düşünün bende ki hayal kırıklığını. Halamın kızları gelse ellerini kutuya daldıramazlardı. Ancak işaret parmaklarıyla bir noktacık alırlardı.
***

Böyle bir şey işte bu krem benim için. Bazen bir dergi, bazen de Mia'nın kuzenleri.
***

Bu da şarkı.

Karpuz

En sevdiğin meyve? ne deseler cevabım hep aynı, hiç değişmez. "Karpuuuuzzz!"
Havaların ısınmasını, yaz aylarının gelmesini en çok bu meyve yüzünden istiyorum. Yoksa hep bahar aylarında yaşayabilirim. Sıcak olmasın, bunalmiyim, essin essin ama karpuzsuz da kalmiyim isterim.

Bazen kışın ortasında salatalık doğrarken karpuz kokusu duyarım. Oluyor ya bazı salatalıklar karpuz gibi kokuyor. Deli demeyin bana, çok sevdiğimden midir nedir bazen oluyor bu.

Biz 3 kardeşte böyleyiz. Eskiden karpuzlarımızı yerken koklar koklar kokusuna bayılırdık. "Böyle bir parfüm çıksa ne güzel oluuuur" derdik. Çocuk aklı. Düşünsenize hep karpuz yemiş gibi kokuyorsunuz. Berbat bir fikirmiş ama biz o zaman bunu düşünürken bile heyecanlanırdık.
***

Tamam şimdi ne yaz ayları ne kış ayları. Tam bahar zamanı ve manavlarda tek tük karpuzlar. İşte onları görmek beni daha da bir heyecanlandırıyor. 1 - 2 ay sonra güzel güzel karpuzlar yicez diyorum ama bir türlü o zaman gelmiyor. Ya da o karpuzlar ortaya çıkmıyor.

Geçen gün bir heves babamla alışveriş yaptıktan sonra gözümüz ufak çirkin bir karpuza takıldı. Alsak mı almasak mı? düşünüyoruz böyle. Sonra her zaman ki gibi aldık. Biliyoruz kötü çıkıcak. Yılın ilk karpuzu her zaman kötü çıkar ya. Yani biz de öyle oluyor en azından. Ama her zaman.

Neyse aldık karpuzu. Dolaba koyduk. Soğusun da şu sıcacık havalarda serinletsin bizi gibi bir his. Ama ortada ne sıcak hava ne güzel bir karpuz. Bıçağı batırdık. Bekliyoruz ki ortadan aşağıya ayrılsın. Bizim bıçak kullanmamıza gerek kalmasın. Taa içerden kokusunu duyalım..

Tabii ne oldu? Bıçağı batırdık. Öyle kaldı. Karpuz öyle sert ki saplantı sanki. Zar zor kese kese ayırdık karpuzu ikiye. Koku desen hiç yok. Burnumu karpuza dayadım ancak kokusu geldi, düşünün artık. İçi desen beyazımsı bir kırmızı..

Sonra yerken her zaman ki avuntu "yok yaa güzel aslında rengi mengi kötü ama tadı var" Hııı tabii canım olmaz mııı. Var tabii var, tadı var.
***

Ayrıca nasıl ki Adam Sandler - Ben Stiller'sa, nasıl ki Bruse Willies - Kevin Costner'sa benim için de Kavun ve Karpuz'dur. Kavuna da bayılırım.

Ve yine canım deli gibi karpuz istiyor. Ve ortaya bu garip yazı çıkıyor.
***

Bu arada koku demişken, parfüm demişken ablam bugün bir parfüm almış. Resmen bayıldım! Sanırım ben kullanıp bitiricem ablama kalmicak o parfüm. Bırakalım karpuz gibi kokmayı da Chanel Chance gibi kokalım.
***

Bu da şarkı.

Pastalar Savaşı

Dün annemle canımız pasta yapmak istedi. Evet pasta çekmedi, pasta yapmayı istedi. Ama bir sorun vardı. Annem tamamen farklı, ben tamamen farklı bir şey yapmak istiyordum. Böylece 2 ayrı pasta yapmaya karar verdik. 2 tane ayrı pasta olunca da yarışmaya karar verdik. Sonra birden babamı jüri seçtik derken bir rekabet oldu, bir savaş oldu. Ve ortaya bu yazı çıktı.
***

Bir muhallebi yapalım -pasta kreması da olur anne- tamam kızım.
Sonra üzerine hindistan cevizi -ben hindistan cevizi istemem- tamam kızım sen koymazsın.

Sen koymazsın? Burda ben ayrı pastaya karar vermiştim zaten.

Sonra meyvelerle üstünü kaplayalım -ben sadece çilek ve muz istiyorum- aa ben kivi de koyucam.

Anne ben üstüne çikolata sos ve parça çikolata koyucaaam - aa ben hayatta koymam!-

Hayatta koymam? Burda da annem benden ayrı bir pasta yapmayı kafasına koydu veee;

- Mia bence ikimiz ayrı yapalım. Sen pasta muhallebisini yap. Yarısı senin yarısı benim olsun. Gerisine karışma. Sen orda kendi kafana göre yap bir şeyler. Ben de kendi damak tadıma göre yapıyım?
***

Bu ne demek biliyor musunuz? Ben ana pastayı yapiyim. Güzelini, yenilecek olanı. Sen de orda oyalan. Gönlün olsun. Uğraş. Sonra senin ki süslük dursun. (yani öyle zannediyor)

Tabii ben o an savaş ilan ettim. Hemen işi yarışmaya döktüm veee;

- Süper olur anne! Hem babam da karar verir hangisi daha güzel olmuş diyee?

Annem kendinden çok emin bir şekilde - Olur! Hadi başlayalım! dedi ve yarış başladıı.
***

Ben hemen muhallebimizi yapmaya başladım. Hem önemli olan onun güzelliği ve onu da ben yaptım hıııh. Hem de hazır malzeme kullanmadan. Şekerimi, unumu, sütümü aldım bi güzel. Vanilyamı ekledim sonra. Sonra biraz krema koydum, çırptım çırptım derken harika bir krema - muhallebi oldu.

Sonra üstüne ikişer kat muz ve çilek koydum ve ortasını parça çikolata ile doldurdum.
Bu sırada pastam şöyle görünüyordu.

Sonra üstüne çikolata sosu dökmek istedim. Ama hazır malzeme kullanmicam ya, Benmari usulü çikolatamı eriticem diye kendime söz verdim. Daha önce çikolatayı hiç öyle eritmemiştim ve sonuç: Başarısız oldum..

Çikolata kaskatı oldu. Ben de annem Fatmagül'ü izlemek için içeri gittiğinde hemen aceleyle hazır çikolata sosumu ocakta pişirdimm eheh. Sonra üzerine döktüm. Muz ve çileği çikolata sosuyla kaplanmış olan pastamın üzerine de en son parça çikolatalar serpiştirdim ve ta taaaam!

İnanın daha güzel görünüyordu ama fotoğrafını çekince belli olmadı. Kısacası böyle bir pasta yaptım ve tadı gerçekten harika olduu!

Benim pastamı gören annem kıskandı kıskandı kıskandı ve tamamen tarifini değiştirdi. Ne hindistan cevizi ne meyve bahçesi.

Zaten Fatmagül'ü izlerken 4 dakikalık reklam aralarında meyvesini kesip bir şeyler yapıyordu. Bir kere özensiz oldu. Sonra kıskandı aklındaki tarifi yapmadı. Benim son dakika çikolata sosum onu şok etti ve gitti hazır çilek sosunu yapıp üstüne döktü.

Bir de meyveli pastasını kahveyle ıslatmıştı. Kahveyi de fazla kaçırmıştı. İnanın sadece kahve tadı ve berbat çilek sosu ağzınıza geliyordu. Benim güzel muhallebim ve meyvelerin tadı hiç belli olmuyordu.

Ve işte annemin pastası..

Sonuç:Açık ara birinci oldum. Annem bile kendi yaptığı pastayı yiyemedi. Çöpe attı. Benim pastamın yarısı çoktan bitmişti. Kardeşim babam zaten anneme gülerek sonucu belli etmişlerdi.

Ama beni asıl şımartan annemin şu cümlesiydi.

- Kızı ve annesi yarıştı, kızı kazandı.

Ve annem de benim pastamı afiyetle yediii.
***

E bir de siz karar verin. İnanın tadına bakmanıza bile gerek yok. Hangisi daha güzel görünüyooor? (şımardım iyice şımardım) :)

Bu da şarkı. Unutmadan ben şimdi gidip bir dilim pasta yiyim :P

Mamma Mia!

Sonunda ben de Mamma Mia dedim kendimi çok garip hissettim çünkü genelde yorumlarda siz bana Mamma Mia derdiniz. Peki neden başlık Mamma Mia?

Çünkü bu yazımda Abba'dan bahsedicem! Mamma Mia şarkısı ve Mamma Mia filminin bütün soundtrackleri güzel grup Abba'ya ait olduğu için.

Aslında başlık için Abba daha uygundu ama canım istedi işte inatla başlık bu oldu.
***

Farkettim de babam küçükken bizi ne kadar etkilemiş müzik konusunda. Take That yazımdan da anlarsınız. Yani sen gel 3 tane küçük, müziğe aç çocuğuna bir müzik cd'si getir, git. Oldu mu şimdi? Çocuklar sabah akşam o cd'yi dinlesin, ezberlesin, yarım yamalak söylemeye çalışsın oh ohh.

Ondan sonra Take That'ci, Boney M'ci, Michael Jackson'cı, Abba'cı ol. Bütün şarkılarını sabah akşam dinle, ezberle. Kliplerini taklit et. Hayır bi de babamın getirdiği bütün cd'ler ya klipli ya da konser görüntülüydü. Ondan sonra bütün klipleri sonuna kadar ezberle ve kafanda entrikalar yarat.
***

Şimdi bir zaman sonra klipleri ezberlemek yetmiyordu. Artık kliplerden anlamlar çıkartmak gerekiyordu. Biz ablamla küçük bir bakıştan bir ayrıntı yakalayıp kafamızda kimin kimle sorunu var, kim kimi kıskanıyor, kim kime aşık hepsini anlıyorduk sorsan..

Grup cd'si olunca mecburen böyle. Hiç Michael için entrika düşündük mü? Yoook.
***

Bize sorsan Take That grubunda herkes birbirini kıskanıyordu. O klipte onun saçı güzel diye aa bak diğer klipte o onu özenmiş aynı saçı yapmış diyorduk.

Bütün grup üyelerinin erkek olduğu grupta ancak bu kadar entrika çıkar, kıskançlık olur. Ama sen gel bize ikisi kız, ikisi erkek grup üyelerinden oluşan bir müzik cd'si getir, ohoo ne entrikalar çıkar ne entrikalar..

Kıskanmayı geç o artık entrikadan sayılmaz, en önemli şey devreye girerdi; AŞK! Onun bir ilerisi de, aldatma..
***

Abba grubundaki güzel kızımız Agnetha Faltskog ile, gruptaki çirkin üyemiz Björn Ulvaeus sevgiliydi. Daha sonra evlendi. Ama bize sorsan güzel kızımız Agnetha'ya diğer erkek üyemiz Benny Andersson aşıktı. Hatta klipler ilerledikçe tarihlere göre 1 yıl sonra falan Agnetha'da, Benny'mizden hoşlanıyordu.

Hatta bu sırada grubumuzun diğer kız üyesi, çirkin mi çirkin Anni-Frid Lyngstad ile Benny gerçek hayatta sevgiliydi.
***

Bize göre ABBA grubunun dağılması da Agnetha ve Benny'nin aşkının ortaya çıkması, aldatmanın öğrenilmesiydi. Ne kurmuşuz zamanında yahu..
***

ABBA'nın kliplerini izlemeye yeni anlamlar çıkartmaya bayılırdık. Agnetha'yı çok güzel bulurduk. Zamanla mavi göz farkından sıkıldık, permalı saçlarını sevmedik ve ABBA'yı unuttuk..

Taa ki Mamma Mia filmi ortaya çıkana kadar! Fakat tozlanmış ABBA cd'miz artık çalışmıyordu. Entrikalar artık unutulmuştu. Ama şarkıları hala aklımızda! Çevirdiğimiz taklit kliplerimiz de cabası.. Mia:
Mia: Ya abla biz mi uyduruyorduk yoksa yok muydu bir aldatma? :S
Ablam: Uff saçmalama görmüyor musun Benny yiyor kızı gözleriylee!
Mia: Hmm evet hem hem Agnetha'da az değil, süslenmiş adama kaçamak bakış atıyor baaak..
Ablam: Herhalde yaa, görmüyor musun kız az değil, aynı ben.
***

Ablam hep Agnetha olurdu çünkü o daha güzeldi ve ben hep kıskanırdım. Şimdi bizim çirkin Anni'miz daha güzel ve bir prensle evlendiği için prenses ünvanını almış hıııhh. Dur bunu ablama söyliyim hemeeen siz de bu arada birkaç şarkısını dinleyin.

Kliplere iyi dikkat edin yahuu yok mu ortada bir hoşlanma bir entrika?
*** Dancing Queen Money Money Money,
DanDancing Queen
Money Money Money
Voules Vous
S.O.SGimme!Gimme! Gimme!Mamma Mia

Ablamla Dergi Bakmak

Bu dünyanın en eğlenceli işlerinden biri! Şu Elle, Vogue falan var ya, bol bol resimli, renkli dergiler hani, hah onlara ablamla bakmaya bayılıyoruz. Kızların makyajları, saçları, ayakkabıları..
D&R'a gidip kitaplarımızı aldıktan sonra dergi bölümüne gidip en renklisini alır çıkarız. Biliriz akşam bakarken çok eğleniriz.

Ablam iş yerinden bütün dergileri toplar getirir, heyecanlı bir şekilde,"Miaaa baaak neler getirdiim! Akşam bakarızz ;)" der. Neden akşam da, o an değil?
Çünkü bize göre o önemli bir iş ve akşam odamıza çekilip kafamız rahat bakmak isteriz.

Ben en çok "Bunu mu yoksa şunu mu?" oyununu severim. Hani bir sayfayı gösterip, "Bunlardan birini alsaydın, hangisini alırdın?" deriz ya. Yani ben derim ve ablam seçer. Sonra ben seçerim.

Ve bu oyuna göre sınırsız paran var. İstediğini alabilirsin ama sadece bir tane alma hakkın var ve ablam ciddi ciddi karar verirken iki saat düşünür seçemez. Sanki gerçekten alıcak. O derece kaptırıyoruz yani.

Ya da bazen işini zorlaştırırım. O sayfada bariz çok güzel bir şey var ama ben "bu hariç" derim. Ablam bu sefer ne alacağı konusunda daha da zorlanır sonra birlikte seçeriz. Eğleniriz.
***

Bir de ben derginin sonundaki oluşan saçma testleri çok severim. Ablam hiç sevmez. "Yaaa noluur şu testi yapmayalım, off biliyordum bu testi yapıcanı ya iyi hadi tamam sor sooor" der ama sorular geldikçe nasıl ciddi ciddi cevaplar görmelisiniz.
***

Şimdi geçen gün ablam yine bir dolu dergi almış gelmiş. Birlikte bakıcaz. Yine oturduk kızların makyajlarını, elbiselerini, saçlarını inceliyoruz. "Şu güzelmiş, aa bu çok güzelmiş, şu da benim olsuun" falan diyoruz. Derken ablam ev dekorasyon dergisi çıkarttı bir tane ve ortaya şöyle dialoglar çıktı..
***

Yemyeşilll bir bahçenin ortasında müstakil bir ev var ve ben hayran kaldım bakarken..

Mia: Offf şu ev benim olsun nolur nolur noluur!
Ablam: Sen onu boşver de bahçeden içeri giricek olan böcekleri düşün.
Mia: .........
***

Karşımızda muhteşem bir banyo var ama böyle bir lüks, böyle bir güzellik yok ve ben yine hayran kaldım tabii..

Mia: Böyle banyom olsun, banyodan hiç çıkmak istemem, orda yaşarımm!
Ablam: Banyosu böyle olan evin içini düşün hemen içeri gitmek istersin.
Mia: .......
***

Bir masa düşünün üstü hiç görmediğim, her çeşit, her renk üzümlerle dolu ve etrafında biscolata reklamında oynayan erkeklerden oluşuyor.

Mia: Aaa şu üzüm çok ilgimi çekti.
Ablam: Benim de erkekler ilgimi çektii!
***

Şimdi de güzel bir kahvaltı sofrası var. Tabi beyaz peynirsiz kahvaltı yapamayan Mia ve beyaz peynir sevmeyen ablasının yorumu..

Ablam: Masa çook güzel!
Mia: Ama beyaz peynir yook :(
Ablam: Tamam işte bence çok güzel!
Mia: Hıhh ben oturmam o masaya beyaz peynirsiz kahvaltıyı yapamam benn
Ablam: .........
***

Geldik testlere. Bütün sorulara aynı cevapları veriyoruz..
(bu dialog için Mia ve Ablası yazısını okumanız şart!)

Mia: Aynıyız yaa
Ablam: Ama sen yaprağa damar çizmedinnnnnnn
Mia: Offfffffffff..
***

Ev dekorasyonuyla ilgili çözdüğümüz testin sonucu:
Derin minimalist ve gerçekçi romantiklermişizzz... haha

Moda'yla ilgili çözdüğümüz test'e göre ise, Stilimizi tek kelimeyle eklektik ifade ediyormuuşşş..
***

Bu da şarkı.